Saat başı gündemin değiştiği güzel yurdumda Leman’da çizilen bir karikatür ile Yeliz rumuzlu bir kontenjan milletvekili eskisinin mesajı yine siyaset manavının mostrasında eskimeyen yerini yeniden aldı.
Öncelikle şunu söyleyeyim Leman’da çizilen bir karikatür olsa; anlatılmak istenen için bir açıklamaya ayrıca gerek duyulmazdı. Tasvir hassasiyeti ıskalanan insanlara karşı ‘hakaret yok’ savunması da figürlerde kullanılan isimler kadar özensiz. Hatta kasıtlı. Dillerine “IQ düzeyini” dolayanlar ona asgari düzeyde sahip olsalardı, toplumun sosyolojisinin büyük bir kesimi ortak müşterekte rahatlıkla biraraya getireceğini aynı kolaylıkta rahatlıkla öngörebilirlerdi. Öngördüler de. Bu iş tam bir sipariş.
Parmak kaldırmak ya da kaldırmamak mekanizması kontenjanından vekil yapılan Yeliz kodlu ya da rumuzlu vekil eskisinin ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu 1923 darbesi olarak değerlendirmesi ve bu satırlar yazılana kadar hakkında herhangi bir hukuki işleme başlanmamış olması ise şaşırtıcı değil ama vicdanları bile kanatıcı.
Bir türlü bitmedi bu siyaset tayfasının milletin atalarıyla, tarihleriyle derdi. Her geçen gün ilk günkü kadar taze kalabiliyor. Nasıl bir difrizse mucidinin ebesinden yedi nesil geçmişine pataküt esanslı rahmet okuyası geliyor insanın. Yaşlarımız ülkenin ortalama ömür yaşna yaklaştı hala Abdulhamit’ten veli Atatürk’ten imam icat etmeye çalışanlara rastlayabiliyoruz el oynatmadan, olta atmadan. Balığın hafızasını küçümseyip omega 3 almayınca böyle oluyor beşerin hafızası. Birinin canlıyken kendi yarasını saramayanı diğerinin açık zihin yarıklarına bile iyi gelebiliyor. Burada da seçimlik hak bizim. İster tabiata besleyin takdirlerinizi ister bir Yaradan’a. Ben ikincisinden yanayım ve Ona önce şükrediyorum.
Geçenlerde yine kendi kendime konuşurken aramızda hemen tatlıya bağladığımız bir tartışma oldu. Gençlik yıllarımda ülkenin haline ne denli üzülüyor politikacılara ne denli kızıyorsam bugün de değişen birşey yok. Bugün geçmişte kurulan vesayeti kaldırmak için yola çıktıklarımızın kendi vesayetlerini kurmak, korumak ve kollamak üzerine yaptıklarına şahitlik ediyoruz. O yolda da yerim belli çok şükür.
1924’e kadar Atatürk ne yaptıysa Erdoğan’da aynısını yaptı bize. Herşeyin zamanı gelince görüldüğü gibi koşullar oluşunca yine milletin vaktinin hiçbir zaman gelmeyeceği ortaya çıktı. Atatürk’ü anlarım. Bir imparartorluk bakiyesinden bir cumhuriyet yaratma fikrine sahipti. Hiç te gizlemedi. Bir asker olarak şeksiz şüphesiz desteği hak ederken siyasi bir figür olarak aynı desteği bugün de bulamaması anlaşılır. 1932’de onu desteklemekle 1937’de onun yanında olmak aynı şey değildir benim için de. Onun dine karşı yakınlığı veya uzaklığı katre ilgilendirmez beni. İslam’ın onun vatandaşlık kavramı üzerinden inşa ettiği Türklük üzerindeki etkisi konusunda kendisiyle aynı fikirde değilim. Aksine miras bıraktığı Devlet’i milletiyle bölünmez kılacak en önemli harcın lafzı ve ruhuyla İslam olduğuna inanırım. Biraz açmam gerekirse günümüzde üstünde yine tepinmeye başlanılan Türkiye’deki Kürt varlığının sahip olduğu düzeyin, Suriye, Irak ya da İran’daki Kürt varlığıyla kıyaslanamayacak derecede yüksek olmasını da hepsi müslüman ülkeler olmakla birlikte lafzı ve ruhuyla İslam olduğunu düşünürüm. Bu düzeye varmalarında varlıkları bir iki puanı geçmeyen marjinallere biraz da ironik gelecek olsa da cumhuriyet rejiminin sağladığı fırsatları da hemen arkasında sayarım.
Velhasıl Abdulhamit rom içimiş, Atatürk rakı içmiş hiç ilgilenmiyorum. Kendi paralarıyla içtikleri müddetçe birine buz diğerine leblebi ısmarlamak isterdim. Bulursa ikisini de içecek birine sakilik de yaparım arkadaşlık ta. Helal demedikleri sürece. Mesela Necip Fazıl’ın edebi kabiliyetine şapka çıkarırım ama onunla kumar oynamam. Kamunun parasıyla maya yapıp beni ütmesine izin vermem. Gider ganyan basar at sağrısı kovalarım, bahis tutar arkasından bakarım. Barbut atar dubaraya analı bacılı, eltili görümceli söverim.
Kimseyle para için yatmam ama yatanın ücretini komidine bırakırım. İşte bu bir günahkarın kendisiyle ilişkisidir. İslam açısından sağlıksızlığın tam tarifidir.
Hazinenin, belediyenin, devletin verdiği makam ve imkanlarla rüşveti, irtikapı, yolsuzluğu, hırsızlığı şiar edinmiş hiç kimseden menkıbe dinleyecek vaktim yok. Kumarbazım diye kumara, içiyorum diye şaraba , zamparayım diye zinaya “helal” diyemem. Çalan benden olunca “yolunda” başkasından olunca “kelepçe kolunda” diye sloganlar atan kortejlere de destelere de katılmam. Bu aynı günahkarın toplumla ilişkisidir. Bir öncekinden daha az sağlıksızdır.
Tarihiyle, atasıyla, diniyle, kültürüyle sövme ve sömürme üzerinden ilişkisi olan hiç kimse merak etmesin.Ezan dinmez. Onu dindirmeye kralının alayının gücü yetmez. Bayrak mevzuuna gelince orası biraz renkli resimli. Devlet malıyla, makamıyla, imkanıyla semirip forslu forslu gezenler,milletinden kopuk partisinin, değnekçisinin, sinyalcisinin ikbalinden gayrı hiçbir amaç güttüklerine dair işaretler veremeyenler devletin forsundaki yıldızları saysınlar. Tek şartım ayık kafayla ya da ceplerinden içtiklerinden ayıldıktan sonra. Görürler.
Herkesi tarihteki yerinde, kabirlerinde rahat bırakıp günümüze dertlerimize dönelim. Kim teist, kim agnostik, Kim deist kim ateist bırakalım. Felsefecilerin küçümsediği kelama sahip çıkan İlke-Yasa-Madde-Mana prensibinden sapmadan yürüsün. Kim bilimi tanrı edinmişse yarın sabah kahvaltıya bir kase bal yapıp gelsin. Önce kendi kazancınızla, alın terinizle besleyin kendinizi, aç susuz bırakmayın milleti de sonra konuşun Şeriatı . Onu da dinleriz.
Aksırıp, tıksırıncaya kadar yiyip milletin sofrasından ekmeği, kilerinden tuzu, şekeri, bebesinin emziğinden sütü, aşıranlar, beynamaz olsa kaç yazar hep namaz olsa kaç? Peygamberler “adalet” için indirilmişlerdi. Ağaca adalet, kuşa adalet, çiçeğe,böceğe adalet için. Dininiz size, dinim bana.